Ankara Kavaklıdere Şili meydanında bulunan Kore Kültür Merkezi 14 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında 1998’den beri Çağdaş Mozaikle uğraşan Ankara’lı sanatçı Başak Altın’ın “Kırık” adlı Mozaik Sergisi’ne ev sahipliği yapıyor.
Sergi Kore’nin yaklaşık 3 bin yıllık geleneksel sanatı, “Bocagi”leri cam mozaik kırıklarıyla yeniden yorumlarken, birlerce yıllık kadın emeğine atıfla, geçmişle geleceği, doğu ve batıyı, ışık ve karanlığı buluşturuyor.
Sanatçı, Antik Anadolu’lu bir sanat olan mozaiği bizdeki kırk yamalı Bohçaya benzeyen Kore’nin geleneksel sanatı “Bocagi”lerden yola çıkarak tekrar yorumluyor. Sergide içerden aydınlatılan, ışıklı cam “Bocagi”ler ve dışardan aydınlatılan cam füzyon işler, karşılıklı sergileniyor. Sanatçı, Doğunun iç ışığıyla, Batı aydınlanmasının dışarlıklı ışık felsefesini bir bakıma karşılaştırılıp çatıştırıyor. Sanatçının “Uçan Ejderha” adlı eserinde, Doğu’nun kutsal mitolojik canlısı, Ejderha imgesini, üstüste katlanan cam mozaik parçalarla, ışıklı kuyruğuyla, bir cam mozaik-bocagi eserine dönüşüveriyor. Ejderha mitinin kökenlerini eski Türk mitolojisine kadar hatta oradan Anadolu’ya Hacı Bektaşı Veli’nin Velayetnamesine kadar götürmek mümkün; Ejderha motifi, Türk destan, efsane, masal, menkıbe ve hikâyelerinde sık rastlanan, hayali bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. Bocagi kelimesinin kökeninde de Bohça var. Bu ikili karşılaşmalar, göndermeler alanı serginin kavramsal düzlemini kuruyor. Bu sergide tek tek işlerden, bir süsleme sanatının ötesinde başka bir şeyle, bir düzenlemeyle-bir mozaik enstalasyonuyla karşı karşıyayız. Mozaiği kavramsal sanatın bir malzemesine dönüştürmek oldukça yenilikçi bir eğilim, belki de bir ilk girişim. Sergi mekanında tavandan yerlere kadar salınan, yaklaşık 3,5 metrelik kumaş üzerine yapılan cam mozaik, eserin ismine de atıfla serginin ortasına, tüm bu karşılaşmalar, göndermeler alanına yağan bir “Nisan Yağmuru” oluyor.
Sanatçının Metni:
Bocagi Kırıkları
Bocagi, Kore’ye özgü, tarihi M.Ö. 8. yüzyıla kadar giden, nesneleri saklamaktan onları taşımaya, masa örtülerinden yorgan kılıflarına, düğünlerden dinsel törenlere kadar neredeyse gündelik hayatın her yerinde kullanılan geleneksel bir kumaş üretim yöntemi. Kelimenin etimolojik yakınlığını bizdeki bohçaya-kırk yamalı bohçaya- kadar götürmek mümkün. Yama, yara, yana, yanyana getirmekle ilgili kelime yakınlılarını kuşatıyor. İkisinde de üretirken bir dilek ve duayla üretmek, taşıdığı, konduğu, örttüğü nesneyi koruyan bir nefesi içine üflemek var. Kore kültüründe, kullanılan kumaştan, seçilen renklere taşıdığı nesnelerin farklılaşmasıyla çeşitlenen ve isimler alan onlarca Bocagi türüyle karşılaşıyoruz. Jogakbo yani yamalı Bocagi, kullanılmayan, artık kumaş parçalarından üretilen, bu yüzden bir tür yoksulluğun imajına dönüşüveren, hatta Klee, Mondrian gibi modern sanatçıları etkilemiş, günümüzde de birçok çağdaş sanatçıyı etkilemeye devam eden bir Bocagi yapma biçimi. Parçaların, bir bakıma yamaların formu, kareler, dikdörtgenler, kare-dikdörtgen oluşturan üçgenler, tek bir rengin monolitik parçalarından oluşanlar, birbirine yakın renklerin çeşitlemelerinden yapılanlar, ortada küçük kare ya da üçgen formdan büyük formlara doğru genişleyenler ya da bütünüyle çok farklı büyük ve küçük formaların renklerin doğaçlamasıyla üretilmiş Bocagiler bu serginin gönderme alanını oluşturuyor. Füzyon parçalar bir tür Bocagi soyutlamaları. Ateş yamaları/yaraları orada kaynaştırıyor. Doğu sanatı hep bir ışık sanatıdır, cam mozaikler arkalarından ışıklandılıyor, güneşe doğru asılan Bocagiler gibi. Bocaginin arkasından aldığı ışıkla çeşitlenen dikiş çizgileriyle birbirinden ayrılmış parçalarının görselliğiyle, cam mozaiğin derzlerle ayrılmış yüzeyleri arasında bir yakınlık inşa etmek, yani cam Bocagiler üretmek bu serginin temel meselesi oluyor. Serginin göndermeler evreni böylece Bocagiler, kırk yamalı bohçalardan, evrenin nesnel yasalarını yansıtmayı arzulayan, resimleri bu yüzden basit öğelerle kurmayı düşünen, aslında büyük gizemciler olan Klee, Kandinsky ve Mondrian’ın soyut sanat geleneğine kadar gidiyor. Yani bu sergi bir süslemeden öte kavramsal bir ilmeği atmaya niyet ediyor. Atölyemin bodrumunda sepetler içinde bir gün kullanılmayı bekleyen diğer işlerden artmış cam parçaları, yoksulluğumun içinden böylece bu serginin fikrini bana veriyor. Kadın emeğinin tarihsel hikayesine atıf yaparak, ben de nefesimi, dileklerimi ve umutlarımı geleneksel Bocagiciler, Kırk Yamacılar gibi bakışların kaynaştırmasını bekleyen yamalarıma/yaralarıma, bu kırık camlara üflüyorum.